Ts4i. VAZO a. lat. vas, vas/s'ten ital. vaso. Çeşitli biçim ve büyüklükte, değişik gereçlerden yapılmış kap. Bk. ansikl. böl. —Arkeol. Hayvan biçimli vazo, bir hayvanın biçimi örnek alınarak yapılan vazo. Eski Yunanistan'da, özellikle Boiotia'da bu vazolar çok yaygındı. Hayvan başı ya da boynuz biçimindeki içki kaplarına ise rhvton denir. —Mim. Ateş vazosu, klasik dönemde yaygın olarak uygulanan, içinden alevler çıkan tamoyma vazo biçimindeki tepelik. —Seram. Kandil vazo, kandil olarak kullanılmak üzere yapılmış seramik kap.j Kumlu vazo, tornada biçimlendirildikten sonra, henüz yaşken üzerine kum taneleri serpiştirilmiş vazo. Bu vazolar tek renk sırla boyanıp fırınlanır. —ANSİKL. Arkeol. ve Süslem. sant. • Unasya. Yakındoğu kazılarında bulunan en eski kaplar taştandı; bunlar çömlekçiliğin ortaya çıkışından önce kullanılıyordu -> SERAMİK, ÇÖMLEKÇİLİK. Ele geçen örnekler, "seramiksiz" ya da "çanak çömlek öncesi” adı verilen bir uygarlık evresinin varlığını ortaya koyar bin- yıl; bu evrenin görüldüğü başlıca merkezler Zagros dağlarında Kelat Carmo, Filistin’de Eriha ve Fenike kıyılarında Res Şemra’dır. Pişmiş toprak kapların yapılmaya başlanmasıyla birlikte Suriye’de Müreybet’te yaklş. 8 000 yıl öncesine ait kalıntılar ortaya çıkarıldı tüm Yakındoğu’da, özellikle de V. binyıl’da Mezopotamya' da Hassuna, Samerra, Arpacie birçok atölye kuruldu. Ninova'da, bej zemin üzerine kızıl kahverengi, siyah, beyaz boyalı geometrik motiflerle süslü çömlekler ele geçti. Sus atölyesi IV. binyıl, geometrik motiflerin çoğu kez bitki ya da hayvan figürlerinin üsluplaştırılmasıyla elde edildiği, krem zemin üzerine siyah ya da beyaz boyalı eşsiz süslemeleriyle, yüksek nitelikli yapıtlar vermeye devam etti, Varka'da Uruk, Cemdet-Nasr dönemi 3000’e doğr. katmanlarında, 1 m yüksekliğinde, kaymaktaşından bir ayin vazosu ortaya çıkarıldı; vazoyu süsleyen alçakkabartmalarda, armağanlar taşıyan kişilerden oluşan bir tören alayı canlandırılmıştır Bağdat müzesi. Mezopotamya'da değerli metaller de vazo yapımında kullanılıyordu Entemena vazosu, Tello [III. b nyıl]. Biraz daha eski bir döneme tarihlenen Ur krallık mezarlarında ele geçen altın tabak çanak, o zamanki kuyumcuların ustalığını yansıtır İranlI sanatçıların Ahemeni, Part ya da Sasaniler dönemlerinde gerçekleştirdikleri yapıtlarda da aynı ustalık düzeyi görülür. Hayvan başı biçiminde olan ya da bir hayvan figürüyle süslü rhyton, İran sanatında en sık rastlanan vazo türüdür. • Mısır. Tarihöncesi dönemden, çizgiler halinde geometrik motiflerle süslü, seramikten ve bazalt, diorit, yılantaşı ya da granit gibi sert taşlardan yapılmış vazolar kalmıştır Genellikle bunlar silindir ya dâ küre biçimindedir Eski imparatorluk'un sonlarına doğru sert taşların yerini daha yumuşak taşlar almış, hemen hemen yalnız kaymaktaşı kullanılmaya başlanmıştır kanoposlar koku kapları, lüks yemek takımları. Yeni İmparatorluk döneminde bu tür kaplar oldukça aşırı zariflikleriyle ayırt edilirler Tutankhamon'un mezarında ele geçen kaymaktaşı vazolar. Aynı dönemin seramik ürünleri partak renkli sırla kaplıdır Louvre'daki kâse biçimli vazo. Çokrenkli cam tekniğinin kullanılması, zarif ton değişikliklerinin görüldüğü parçaların üretilmesine olanak sağlamıştır balık biçimli vazo, British Museum. • Hindistan. Hayvan motifleriyle süslü Mohenco-Daro seramiği, Mezopotamya ve İran’da üretilen örneklerden esinlenir. Daha geç dönemlerde, su taşımaya ya da baharat ve tahıl saklamaya yarayan gündelik kap kacak genellikle perdahsız seramikten yapılmaya başlandı. Gupta üslubunun yy. özellikleri, metal altın, gümüş, bakır, demir su kapları yapıldığını düşündürtmektedir. Cam ve kristalin de kullanıldığı sanılmaktadır. Çok daha sonraları, Moğol döneminde, tören vazoları genellikle pirinç ya da bakırdan yapilmiş, buna karşılık, gündelik kaplar için seramik kullanılmaya devam edilmiştir. • Çin. Tarihöncesi’nden kalma en zengin buluntuları veren Hınan bölgesinde, Yang- şao ve Longşan'da, gündelik eşyaların yapıldığı, gri, kırmızı ya da siyah bir seramik türü ortaya çıktı. Şang ve Cou hanedanları döneminde çok sayıda bronz ayin vazoları üretilmeye başlandı. Bu vazoların üstündeki özgün nitelikli süslemeler, mermer, fildişi ya da topraktan yapılmış kaplarda da görülür. ilk yüzyıllarda Han hanedanı üretilen, yüksek ısıda pişirilmiş ince hamurdan vazolar porselenin öncüsü sayılır. Ming döneminde yeni biçimler ortaya çıktı çiçek açmış erik ağacı dallarını koymaya özgü vazolar, şarap kaplan. Seladonlar ve Çin beyazları çok geçmeden Avrupa’ya ihraç edilmeye başlandı ve orada büyük ilgi gördü. Fakat, bu moda ancak XVIII. yy.'a kadar sürdü. Yaratıcılık gösteremeyen çin seramik sanatı bu dönemden sonra gerilemeye başladı. • Japonya. Yenitaş dönemi büyük bir olasılıkla IX. ve VIII. binyıl’lar vazolarını, Comon kültürüne ait barok süslemek çömlekler izledi. V. yy.’a doğru, kahverengi topraktan, sonra da greden yapılmış bodur vazolar ortaya çıktı. Japon seramiği daha sonra, yüzyıllar boyunca Çin'in, bir ölçüde de Kore'nin etkisinde kaldı. En özgün vazolar XVI. ve XVII. yy.'larda yapıldı. Bunlar ya zengin çiçek süslemelidir ya da tersine, zenden esinlenen bir yalınlık ortaya koyar. • Kolomböncesi Amerika. Taş, ağaç, metal Chimular ya da Kolombiya kavimleri gibi metalürji ustaları kaplara rastlanırsa da en çok kullanılan gereç kildir Elde biçimlendirilmiş ya da kalıplanmış pişmiş toprak vazolar, biçim ve dekor bakımından büyük bir çeşitlilik gösterir. Hayvan, bitki, nesne ya da insan biçimli vazoların sayısı oldukça fazladır. Bu kaplar gündelik yaşamda kullanılmak üzere ya da mezar armağanı olarak üretilmiştir. Mayalar tarafından üretilmiş kaplar çokrenkli ya da oymalı vazolar, Meso-Amerika'nın en dikkate değer parçaları arasında yer alır. Bununla birlikte, Teotihuacân kültürü gibi başka kültürler de çok yetkin çömlekler özellikle yalancı mermer üzerine boyalı ortaya koymuşlardır. Güney Amerika’daki en yetkin örnekler, Peru'daki Chavfn, Mochica ve Nazca kültürlerine aittir. Daha geç dönemlerde, "seri” üretime gidilmesi, kalitenin düşmesine yol açmıştır. • Eski Yunan ve Roma. Yunan dünyasının hemen hemen her bölgesinde boyalı pişmiş toprak vazolar bulunmuştur. En eski örnekler Ege çağına ait Girit, Peloponisos, Kyklades, Anadolu natüralist üsluplu vazolardır. Bunları çoğunlukla Atina’ da üretilmiş, geometrik motiflerle süslü vazolar izledi. yy.’larda, beyaz zemin üzerine siyah figürlerin ağır bastığı doğu üslubu ortaya çıktı böylece seramik sanatına, Ege adaları, Korinthos, Lakonia, Sirenayka, Attike, ionia, Rodos, Mısır ve Etruria'da Caere atölyeleri bulunan ionia okulu egemen oldu. VI. yy.'ın 2. yarısında ve V. yy.'da, önce kırmızı zemin üzerine siyah figürlü, ardından siyah zemin üzerine kırmızı figürlü beyaz zeminli kupalar ve lekythoslar, imzalı vazolarıyla Attike okulu ağır bastı, italyot üretiminin başlamasıyla gerileme dönemine giren bu sanat, İli. yy.’da tümüyle ortadan kalktı. Son serilerin dışında, her zaman zarif ve yalın olan biçimler, katışıksız bir üslupta ve çok çeşitlidir Vazolar evle ilgili her tür işte kullanılıyordu; bunlar, içindeki eşyalarla dünyevi yaşamın bir aynası olan mezarlarda da yer almaktaydı. Vazolar mitolojiye, kahramanlığa, gündelik yaşama ilişkin çeşitli sahnelerle süslenmişti. Roma'da yunan vazolarının biçimlerine ve adlarına bağlı kalındı. Eski roma eserleri müzelerinde birçok amfora, hydria, krater, kantharos görülür. Gündelik yaşamda kullanılan kaplar pişmiş toprak, lüks vazolar ise oymalı gümüş Bosco Reale, Bernay hâzineleri ya da metaldir. Cam çok kullanılan ve ustalıkla işlenen bir gereçtir mavi camdan Portland vazosu, British Museum. [-* CAMCILIK.] • Ortaçağ, Rönesans, Modem çağlar. Gerek günlük, gerek lüks vazolarda seramik en yaygın gereç olmaya devam etti. Or- taçağ’da çeşitli sırlı çömlek türleri, daha sonra da greler üretildi. Almanya gre alanında uzmanlaştı. XIV. yy.’da, zengin İslam geleneğinin mirasçıları olan İspanyol mağrib çömlekçileri, sırlı fayanstan doğu esinli vazolar yaptılar Elhamra vazoları. XV. ve XVI. yy.'larda, Faenza, Deruta, Casteldurante, Urbino’daki İtalyan atölyelerinde, eczacıların kullandığı ya da evlerin süslenmesine yönelik olan majolikalar bol miktarda üretildi. Bu vazo türü XVII. yy.’da Fransa'da, özellikle de Nevers'de yaygınlık kazandı. Nevers, barok biçimli majoli- ka vazoların üretiminde uzmanlaştı. Bunların büyük boyutlu olanları bahçeleri süslemede kullanılıyordu. Öte yandan, majolikalar Hollanda’da, Delft'te de yaygın bir biçimde üretiliyordu. Fayans ustaları, bu ülkeye bol miktarda ithal edilen çin porselenlerini örnek aldılar ve garnitür'lerin aynı dekora sahip değişik biçimlerdeki vazo dizileri yapımında bunlardan esinlendiler. Çin Vazoları Meissen'de, ilk avru- pa porselenlerini de esinledi. XVIII. yy.'da porselen üretiminde görülen bu gelişme, biçimlerin çeşitlenmesine, süslemelerin incelik kazanmasına katkıda bulundu. Sövres yapımevinde süsleme amaçlı birçok vazo modeli üretildi; bunlar rokay üsluptan, Antikçağ’a öykünen bir tarza doğru gelişme gösterdi. XVIII. yy.'ın sonunda, İngiliz Wedgwood, Antıkçağ'daki örnekleri anımsatan alçakkabartmalarla bezeli ya da mermere, sert taşlara oyulmuş kapları taklit eden vazolar gerçekleştirdi. XIX. yy.'da cam sanayisinin gelişmesi ve Gallâ, Daum, Lalique, Marinot gibi sanatçıların yeteneği sayesinde, opalin, cam hamuru, kristal, çiçek vazolarının yapımında seramiğin yerini almaya başlağı. Sanatsal grelerde de kalite yeniden yükseldi. • İslam sanatı. IX. yy.’da abbasi halifelerine başkentlik yapmış olan Samerra'da, F. Sarre ve E. Herzfeld tarafından yapılan kazılarda ele geçen seramikler, süslemeleri ile altın ve gümüşten yapılmış vazoları anımsatırlar İslamlık altın ve gümüş gibi değerli metallerin kullanımını yasaklamıştı, bu yüzden sasani metal işçiliği toprak eşya üzerinde taklit ediliyordu. Beyaz zemin üzerine kırmızı, sarı, mavi ve yeşil renkler veren metal oksitlerle boyanan seramikler, İslamlığın ilk yıllarından başlayarak Irak’ta çok gelişmişti ve en önemli üretim merkezi Bağdat’tı. Samerra kazılarında ele geçen sarı, kahverengi ve yeşil renkte sırlı, mineli vazolar; kâseler ve tabaklar çin sanatından taklit edilmiş, ancak bir süre sonra yerel bir kimlik kazanmıştır. İran' da Rey kazılarında bulunmuş, kobalt ve firuze renkli vazolar, kâseler de metal örnekleri anımsatır. Burada çeşitli form ve renkte vazoların yanı sıra, minai tekniğinde yapılmış, efsanelerden alınmış zengin süslemeleriyle de dikkati çeken seramikler bulunmuştur. Figürlü ve çokrenkli süslemeler, beyaz, firuze ve kobalt mavisi sır üzerine altın yaldızlar bu tür seramiklerin ayırtedici özellikleridir. Semerkand'da da günlük gereksinimleri karşılamak üzere, şaşırtıcı güzellikte seramikler yapılmıştır. Suriye’de Rakka'da kalın sırlı vazolar, kulplu kaplar, kandiler üreten atölyeler vardı. Burada yy.'larda, beyaz zemin üzerine üsluplaştırılmış hayvan ve bitki motifli, sırattı tekniğinde süslenmiş eserler üretilmiştir; özellikle albarello diye anılan silindir biçiminde vazolar dikkati çeker. Endülüs'te, Elhamra vazoları adıyla tanınan, Malaga’da üretilen, sırlı ve geniş kulplu lüks seramikler ün yapmıştı. İslam vazoları arasında, özellikle İran' da, altın ve gümüşten yapılmış güzel örnekler de vardır. Tahran Gülistan sarayı müzesi'nde sergilenen X. yy.'dan bir gümüş vazo, savatlama tekniğinde, çiçekli kûfi yazılarla süslüdür. yy.’larda İran Selçukluları döneminde yapılmış iki gümüş gülabdan Kahire Harari koleksiyonu ve New York Rabenou koleksiyonu, çarpma ve yaldız tekniklerinde bezenmiştir. • Anadolu'da vazo benzeri kaplara daha Yenitaş döneminden başlayarak ve Bakır- taş dönemi ile Tunç çağlarında rastlanmaktadır Hacılar, Kuruçay, Karataş -Semayük, Canhasan, Alacaahöyük, Tepecik, Pulur, Norşuntepe, Kûltepe, Truva, Yortan vd.. [-» ÇÖMLEKÇİLİK.] inandık kazılarında ortaya çıkarılan ve inandık vazosu diye adlandırılan, büyük boyutlardaki kap XVII. yy., formu ve üzerine kabartma olarak işlenmiş kutsal evlenme töreni betimiyle, hitit sanatının özgün örneklerinden biridir. Anadolu Selçukluları döneminden günümüze ulaşan vazo örneği çok azdır; İstanbul Türk ve İslam eserleri müzesi’nde sergilenen, sırsız Selçuklu vazoları, kalıplama tekniğiyle, alçakkabartma yazı kuşakları, hayvan figürleri, rumiler ve madalyonlarla süslüdür. OsmanlI döneminde çini ve seramik İznik, Kütahya, İstanbul, Çanakkale, porselen Eseri İstanbul, Yıldız porselenleri, cam çeşmibülbüller, opal, renkli cam, kristal ve renksiz camlar ve değerli metallerden vazolar üretilmiştir. Bunların tek gül ya da lale konulanları gülabdan, laledan gibi adlarla anılır. Özellikle XVIII. yy.'da ve sonrasında vazodan fışkıran çiçek motifi osmanlı süslemeciliğinde yaygın olarak kullanılmıştır Ahmet lll'ün Topkapı sarayı’ndaki odasının duvarları, minyatür ve tezhipler, mezar taşları, lahitler.Kaynak Büyük Larousse X-Sözlük Konusu ne demek anlamı tanımı.
Türk Hat Sanatının Tarihsel GelişimiArap harfleriyle yazılan uyum ve güzelliğin ön planda olduğu güzel yazı sanatına hat, sanatçılarına da hattat denir. İslam uygarlığında yazıya verilen değer, hat sanatının gelişimini sağlamıştır. Yazıya estetik bir biçim vermek isteyen hat sanatçıları belli kurallar çerçevesinde kûfi, nesih ve sülüs gibi yazı türleri oluşturmuşlardır. Yazı türleri, harflerin boyutu, şekli, aralığı, birleşik veya ayrı yazılması vb. özellikleriyle birbirlerinden Dönemi Hat Sanatı13. yüzyılda yaşayan Amasyalı Yâkût-ı Mustasımî ilk büyük Türk hattatı olarak kabul edilmektedir. Mustasımî düz uçla yazılan ve Anadolu’da en çok kullanılan yazı türleri olan nesih ve sülüs yazı şeklini kalemin ucunu eğri keserek altı değişik biçimde yazmıştır. Mustasımî’nin yetiştirdiği hattatlar bütün İslam ülkelerinde hat sanatının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Altı değişik yazı, daha sonraki yüzyıllarda geliştirilerek 160 çeşide ulaşan yazılara kaynaklık etmiştir. Bütün bu özellikleriyle Yâkût-ı Mustasımî Türk hat sanatının Osmanlılar Dönemi’ndeki gelişimini hazırlayan kişi olarak kabul Dönemi Hat SanatıOsmanlı hat ekolünün kurucusu Amasya’da doğan Şeyh Hamdullah’tır. 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devam etmekte olan altı çeşit yazı ekolünün estetik anlayışına ilaveler yaparak yenilikler getiren Şeyh Hamdullah, 47 tane Kur’an-ı Kerim, yüzlerce En’am ve Kur’an cüzü yazmıştır. İstanbul Bayezid Camii, İstanbul Davutpaşa Camii, İstanbul Sultan Ahmet Camii ve Firuzağa Camii kitabeleri onun hat tekniği ile Karahisarî ise Yâkût-ı Mustasımî’nin ekolünü yaşatan ve geliştiren büyük bir sanatkârdır. Eserleri arasında Kanuni Sultan Süleyman için yazdığı şaheser, unvanına layık Kur’an ile Türk ve İslam Eserleri Müzesindeki büyük boy En’am’ı Şerif yüzyılda yaşamış olan Hafız Osman, etkilendiği Şeyh Hamdullah’ın ekolünü en ileri düzeye ulaştırmıştır. Hattatların piri olarak bilinen sanatçı Türk zevk ve üslubunu dünyaya tanıtmıştır. 25’ten fazla Mushaf Kur’an yazdığı bilinmektedir. Usta-çırak öğretimi ile yeni nesillere aktarılarak günümüze kadar gelen hat sanatı; levhalar, el yazması kitaplar, fermanlar, diplomalar, cami duvarları, halılar ve mezar taşlarında kullanıldığı gibi kutu, vazo, tabak vb. gündelik eşyalarda da Dönemi’ndeki diğer ünlü Türk hattatlar; Mustafa Râkım Efendi 1757-1826, Mahmut Celaleddin d.?-1829, Mustafa İzzet Efendi 1801-1876, Mehmed Şevki Efendi 1829-1887 ve 20. yüzyılda Kamil Akdik’tir 1861-1941.Türk Tezhip Sanatının Tarihsel Gelişimi Kur’an-ı Kerim ve divan gibi el yazması değerli kitapları bezeme sanatına tezhip denir. Tezhip sanatçılarına müzehhib denir. Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere özellikle önemli kişilere sunulacak veya onların özel kütüphanelerine konulacak kitaplar ve diğer kıymetli eserlerin çoğu tezhiple süslenmiştir. Tezhip sanatı, Orta Asya’da Uygurlar Dönemi’nde ortaya çıkmış, Anadolu’ya Selçuklular tarafından getirilmiştir. Türk tezhibinde Hatayî, Rumî, Şükufe olmak üzere üç tarz bezeme Hatayî Tarzı Bezeme Orta Asya’da geliştirilmiştir. Çin motiflerine benzeyen üsluplaşmış yaprak ve çiçek motiflerinden Rumî Tarzı Bezeme Anadolu Selçukluları tarafından kullanılıp geliştirilmiştir. Hayvan motiflerinin üsluplaştırılması ile kıvrımlar ve birbirinin içine girmiş dallardan oluşan Şükufe Tarzı Bezeme 12. yüzyıldan sonra gelişmiş, çiçekleri gerçek görünüşlerine uygun bir biçimde işleyen tezhip Dönemi Tezhip Sanatı12. yüzyılda gelişmeye başlayan Selçuklu tezhibi Rumî üslubun yanında, geometrik biçimlere de yer vererek sonlarında en güzel örneklerini vermiştir. Bu devir tezhibinin en iyi örnekleri Konya Mevlâna Müzesinde sergilenen Divan-ı Kebir ve Mesnevi adlı eserlerde Dönemi Tezhip SanatıSelçuklu Devri tezhibini, klasik Türk tezhibinin başlangıcı sayılan Osmanlı tezhibi takip etmektedir. Osmanlılara ait bilinen ilk tezhip örneği, Sultan II. Murat adına hazırlanmış olan bir musiki nazariyat kitabındaki süslemelerdir. 15. yüzyılın en meşhur Türk müzehhibi 1436’da Tevarihü’l Ervah adlı tıp kitabını tezhip eden Aksaraylı Ahmed bin Mahmud’dur. Klasik Türk tezhip üslubu Fatih Dönemi’nde olgunlaşmıştır. Fatih Dönemi’nin nakkaşbaşısı Baba Nakkaş bu devrin tanınmış Bayezid Dönemi, Osmanlılarda tezhip sanatının en parlak devrinin başlangıcıdır. Bu dönem tezhiblerinde yeni motiflerin yanında renklerin daha dengeli ve uyumlu kullanıldığı, süslemede altına daha geniş yer verildiği görülür. Feyzullah Nakkaş, Hasan bin Abdullah, Hasan bin Mehmed, Melek Ahmet Tebrizi dönemin önemli tezhip ustalarıdır. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde klasik Osmanlı-Türk tezhibi en olgun ve parlak devrini yaşamıştır. Fatih Dönemi’ndeki kobalt mavi zeminin yerini koyu lacivert, pembe ve kırmızının yerini koyu kırmızı alır. Çizgiler daha ince, motifler daha zengindir. Bu devrin en büyük üstadı olan Kara Memi lakabı ile bilinen Kara Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman’ın Muhibbî Divanı’nı tezhip etmiştir. 16. yüzyılın tanınmış bir müzehhibi de 1547 tarihli Kur’an-ı Kerim’i tezhipleyen Muhammed bin İlyas’tır. 17. yüzyıl da matbu eserlerin artması el yazması eserleri gittikçe azaltmıştır. Buna rağmen tezhip sanatında klasik üslup özelliğini kısmen devam ettirmiştir. 18. yüzyılda III. Ahmet Dönemi’nde tezhip sanatı yeniden canlanmıştır. Klasik motifler ile kurulan kompozisyonların yanı sıra, Batı etkisiyle Osmalı sanatına giren naturalist çiçek buketleri, kıvrık iri yapraklar tezhip sanatını zenginleştirmiştir. Devrin başlıca müzehhibleri Yusuf Mısrî, Bursalı Hazerfen ve Ali Üsküdari’dir. 18. yüzyıl sonlarına doğru Rönesans ve Barok kıvrımları, Türk tezhibinde taklit edilmeye başlanmış, bunun sonucu olarak Türk tezhibi orijinalliğini kaybetmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde Prof. Dr. Süheyl Ünver ve yetiştirdiği talebeler klasik üsluba dönmüş ve çok değerli eserler meydana getirmişlerdir.,Türk Ebru Sanatının Tarihsel GelişimiGeleneksel Türk sanatlarından ebru, yoğunlaştırılmış su üstüne resim yapma sanatıdır. Ebru, kitre ile kıvamı arttırılmış suyun üzerine öd katılarak suda erimeyecek hâle getirilen boyaların serpilmesi ve su yüzeyinde meydana gelen desenlerin bir kâğıda geçirilmesiyle yapılır. Ebru yapımında en çok kullanılan boya hammaddeleri oksit kırmızı, oksit sarı, oksit siyah, lahur çiviti ve çamaşır çivitidir. Emici özelliği fazla ve mat kâğıtlar tercih edilir. İçine su konulan tekneler, sactan yapılır. Fırça yapımında gül dalı ve at kuyruğu kılı kullanılır. Su üzerine boyaların koyu renklerden başlanarak açık renklere doğru serpilmesi önemlidir. Açık renkte yapılan ebrular hat sanatında yazı zemini olarak kullanılırken ebru kâğıtları genel olarak kitap ciltlerinde ve yazı pervazlarının süslenmesinde sanatçılar; Battal, Neftli, Gelgit, Şal, Kumlu, Akkase, Taraklı, Somaki, Bülbül yuvası gibi teknikleri kullanarak ebrular sanatının nerede ve ne zaman başladığı tam olarak bilinmemekle birlikte 8. yüzyılda Orta Asya’da ortaya çıktığı, İpek Yolu’yla önce İran’a oradan da Anadolu topraklarına geçtiği kabul edilmektedir. Topkapı Sarayı’nda bulunan Arifî’nin 1539 tarihli “Guy-i Çevgan” adlı eserindeki ebrular, Heratlı Mir Ali’nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulunan 1539 tarihli iki kıtasının bulunduğu ebrular, Maliki Deylemi’ye ait bir kıtanın yazıldığı 1554 tarihli ebru, Fuzûlî’nin “Hadikatü’s-Süeda” Mutluluklar Bahçesi isimli eserinin kopyasında kullanılmış olan ebrular bugüne kadar tespit edilen en eski ebrulardır. İlk üç ebrunun sanatçısı bilinmemektedir. 1595 yılında yazılmış sonuncu eserin ebrularını ise Şebek Mehmet Efendi yüzyılın sonlarında İstanbul’a gelen Avrupalı seyyahlar, ebru sanatını kendi ülkelerine götürmüşlerdir. Çiçekli ve akkase formlarının 20. yüzyılın başlarından itibaren gelişmeye başlaması ve modern resim anlayışındaki soyut resim zevkinin gelişmesi ebruyu kitap ve yazı albümlerinden duvarlara taşıyarak, plastik sanat kimliği kazandırmıştır. Türk ebru sanatının bilinen ilk ustalarından biri olan Hatib Mehmet Efendi, Ayasofya Camii’nin hatibi olmasından dolayı “Hatip” diye anılmıştır. Hatip adıyla bilinen ebru tekniğini oluşturan sanatçı, 1773’te evinde çıkan yangında eserlerini kurtarmak isterken kendisi de yanarak vefat ebru sanatının en önemli sanatçılarından biri de Necmettin Okyay’dır. Aynı zamanda hattat olan ve ebru sanatına çiçekli ebruyu kazandıran Necmettin Okyay, daha önce kimsenin denemediği yazılı ebru çalışmalarıyla ön plana çıkmıştır. Çiçekli ve yazılı ebruya bunun için Necmettin Ebrusu denilmektedir. Sanatçı 1916-1948 yılları arasında Medresetü’l-Hattatinde ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde öğretmenlik yapmıştır. Mustafa Düzgünman 1920-1990 ise Türk ebru sanatının diğer büyük ustalarındandır. Klasik Türk ebruculuğunu, zamanımıza kadar, hiç bozulmadan taşıyarak bu sanatın yurdumuzda ve dünyada tanınması ve gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Aynı zamanda birbirinden değerli ebru sanatçıları yetiştirerek bu sanatımızın unutulmasını da önlemiştir. Çiçekli ebru ailesine papatyayı kazandıran sanatçı, hocası Necmettin Okyay’ın bulduğu çiçekli ebruyu geliştirerek bugünkü durumuna Sanat Tarihi, MEB, 2018.
Çini sanatı nedir? Çini sanatı; Osmanlılardan günümüze kadar gelmiş geleneksel türk sanatlarından biri olan iç ve dış mimari süslemelerin yanısıra toprağın pişirildikten sonra şekil verilip kap-kacak, tabak, vazo, sürahi vb gibi eşyalar üretilmesine olanak sağlayan bir el sanatıdır. Çini türleri 1. Duvar çinileri 2. Evani denilen bu tür tabak, vazo, kupa, kase, sürahi, bardak ve benzeri seramik ürünlerinden oluşmaktadır. Bu türe halen kullanma seramikleri demekteyiz. Çinicilik nedir? Fayans, porselen tabak, seramik gibi eşyaların süsleme işine “çinicilik” denir. Çini sanatının tarihçesi Çini sanatı bin yılı aşkın bir geçmişe sahiptir. Çini sanatı ilk Müslüman Türk devletlerinden Karahanlılara kadar dayanan bir tarihe sahiptir. Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları çiniyi mimari süslemelerde sıkça kullanmış. Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmasından sonra, çini sanatında Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla yeni bir dönem başlamıştır. Çini sanatı ilk örnekleri nerelerde görülür? 1. İznik Yeşil Cami 2. Bursa Yeşil Cami 3. Bursa Muradiye Camisi 4. Edirne Muradiye Camisi 5. Edirne Şah Melek Paşa Camisi 6. Çinili Köşk 7. İstanbul?da Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi 8. Haseki Medresesi 9. İstanbul Mahmut Paşa Türbesi Çini sanatı ustaları kimlerdir? 1. Baba Nakkas 2. Veli Can 3. Mimar Sinan Çini sanatının teknikleri 1. Mozaik Çini Tekniği 2. Sır Altı Boyama Tekniği 3. Renkli Sır Tekniği 4. Perdah Tekniği? Mozaik Çini Tekniği Mozaik Çini Tekniği, Çiniciliğin ilk gelişmeye başladığı yıllarda kullanılmıştır. Tuğla süslemesi olarak da adlandırılmaktadır. Türk çini Sanatında yaygın olarak kullanılan en eski teknik olan bu tekniğin kaynağını sırlı tuğla süslemenin aldığı söylenebilir. Mozaik çini tekniği da Anadolu Selçuklu çini sanatına kişiliğini kazandıran ve Osmanlı döneminin varlığını sonuna kadar sürdüren bir çini tekniği olmuştur. Sır Altı Boyama Tekniği Anadolu Selçuklu’da kullanıldığı gibi, ikinci yarısında Osmanlı’da gelişmesini tamamlayan bir çini tekniğidir. Sır Altı Boyama, Osmanlı Devletin de kullanılmaya başlayan ve hala günümüzdede kullanılan bir yöntemdir. Renkli Sır Tekniği Renkli sır tekniği, renkli sır üzerine yapılan desenler ile oluşmaktadır. Krom oksit ile desenlerin üzeri, kontür tarzında tekrar çizilerek fırınlanır. Perdah Tekniği? Bir sır üstü tekniğidir. Beyaz astarlı renksiz saydam sırlı levhalar üzerine altın ve gümüş tozları ile süsleme yapılıyor ve fırınlanıyor. Perdah tekniği, altın ve gümüş tozları kullanarak yapılmaktadır. Beyaz ve saydam astar levhalar üzerine oluşturulan desenler, sonradan fırınlanmaktadır. Çini sanatının aşamaları 1. Tebeşir, kum, kaolen gibi doğal malzemeler karıştırılıp hamur haline getirilir. 2. Bu hamur şekillendirilerek kuruması için bir süre beklenir. 3. İstenilen kuruluğa sahip olan hamura astarlama çalışılması yapılır. 4. Bu astarlama işi, hamuru beyaz bir görünüm kazandırır. 5. Parçalar çok yüksek derecede fırında bir gün boyunca pişirilir. 6. Pişirilen parçaların pürüzlü yüzeyi, zımpara yardımıyla düzeltilir ve pürüzsüz bir zemin elde edilir. 7. Yüzey kara kalem ile çizilen beyaz bir kağıt ile üzeri kaplanarak, diğer işlemleri yapmak için zemin oluşturulur. 8. Desen iğne ile delinir ve kömür tozu yardımıyla yapılacak çini yüzeyine aktarılır. 9. Çini sanatına uygun kobalt ve siyah renkten oluşan boya yardımı ile desen kontürleri oluşturulur. 10. Sanatçının zevkine veya hayal dünyasına uygun renkler ile iç zemin boyanmaya başlanır. 11. Boyanan obje camsı bir sır ile kaplanarak, pişirilme aşamasına getirilir. 12. Parçaların ayrı ayrı pişirilmesi sağlanır ve tekrar ikinci bir pişirilme aşamasına tabii tutulur. 13. Pişirilen parçalar yavaş yavaş soğutularak kırılması önlenir. Kaynak
Okunma Sayısı İnsanoğlu tarihi kadar eski olan ve başlangıçta estetik kaygısı olmadan basit çizimlerle ruh dünyasını ifade eden sanat, bugün çok çeşitli tekniklerle ve estetikle kendi müstakil alanını oluşturmuştur. Nitekim başlangıçta duvar çizimlerle başlayan sanatı bugün yaşamın her alanında görmek mümkündür. Sanat, sanat olarak icra edilirken sanatı insanı iyileştirme unsuru olarak da tarihin ilk dönemlerinden itibaren günümüze kadar ister dini ayinlerde olsun ister günümüzde hastanelerde olsun ve hemen hemen her alanda da bir terapi unsuru olarak kullanılagelmektedir. Sanat uğraşısında bir icra eden bir de bu icrayı kendinde güzel duygular uyandıran seyreden onaylayan vardır. Yani sanat iki yönlüdür. Bir icra eden, bir de etkileşimde karşılık bulan kabul yönü vardır. İcra yönünde kişi, sanatı içselleştirmiş, sanatsal kaygısı olan ve yapıtlar üretendir. Kabul kısmında ise kişi bu sanat karşısında kendinden bir şeyler bulandır. Nitekim uzun yıllardır sürdürmekte olduğum çini sanatın öğretmenliğim de gördüm ki öğrencilerimle desen, kompozisyon, figür, renk vb. çalışırken öğrencilerimin çoğu çininin tarihi arka yapısını dinlemeden direkt elinde eserini kısa sürede görmek istiyor. Buna da “sanatta ergen psikolojisi” diyorum. Yani “ham” iken daha “pişme”den “yandıklarını” düşünüyorlar lütfen tasavvuf geleneğimizde ki “hamdım piştim yandım” terbiye ilkesi hatırlansın. Kısaca, anında hemen olsun bitsin istiyorlar. Oysaki her sanatta olduğu gibi çini sanatının da bir geçmişi olduğu gibi, tarihi bir arka planından miras alınan dev bir kültür birikimi vardır. Bu birikim anlık olmayıp hemen tepeden inme hazır bulunup emeksiz kazanılmamıştır. Her dönemde o dönemin anlayış, duygu, düşünce ve lojistik katkıları vardır. İşte bu nedenledir ki sanat zamana ve mekâna bağlı olarak eserler vasıtasıyla ortaya konan bir birikimdir. Eğer bu katkıları göz önüne almazsak emeğe duygu, düşünce ve lojistik bilgiye saygısızlık olup bir kültürü dipsizleştirip, kökensizleştirip inkâra kadar götürür. Bu yüzden günümüzde ki mimarı yapılarda kimliksizleştirme bu çarpık ve sakat anlayış ve uygulamadan kaynaklandığını düşünmekteyim. Ne üzücüdür ki, Çini sanatında olduğu gibi diğer sanatlarda da maalesef bu olumsuz anlayış ve uygulama sık sık gözlemlenmektedir. Özce belirtmek isterim ki, ister sanat dallarında ister diğer alanlarda ortaya konan hiçbir emek, hiçbir uğraş, hiçbir gayret, hiçbir çaba basit de olsa zamandan ve mekândan bağımsız olarak plan, projesiz ve gayesiz olamaz. Bu nedenle bu yazı da çini sanatı özelinde bir sanatçı eğitmen gözüyle “Usta Gözüyle Geçmişten Günümüze Çini Sanatı” başlığı altında çini sanatının tarihi arka planına uzanıp kısa bir zamansal ve mekânsal yolculuğa çıkarak bu derleme sunumunu yapmak istedim. ÇİNİ SANATININ TARİHÇESİ Sanat dalları içerisinden çini sanatında özelleşecek olursak Türkler daha VIII. yüzyıldan itibaren bu sanat dalında ileri derecede bilgi ve tecrübeye sahipti. Gerçi yapılan kazılar sonucunda bulunan yeni bulgular bulundukça bu tarih gittikçe eskiye doğru uzanmaya başlar. Arkeolojik kazılar ister maddi yönümüzü bize bizi anlatan bulgular bulsun ister yine ruhumuzda ki arkeolojik kazılar ruh dünyamızda derin yolculuklara olsun hep insanın estetiğe, zarafete, güzelliğe bakışını, yorumlamasını, icrasını ve bu güzellikler karşısındaki hayran kalışını anlamaya yöneliktir. İnsanın maddi yönünden çini icrasına bakarsak, kelime anlamı Çin’e ait çini demek olan çini, pişmiş toprağın desenlemesi, renklendirilmesi ve sırla pişirilmesine denir. Eski kaynaklarda “sırca” veya “kâşi“ denilmektedir. Pişmiş topraktan çanak çömleğe “evani“ denilirken günümüzde ise pişmiş topraktan yapılan kullanım eşyasına seramik ve aynı zamanda keramik denmektedir. Duvar kaplama malzemesine ise çini ya da kâşi denmektedir. Pişmiş toprağın ana maddesi kil’dir. Kil’in yanında pek çok madde içerisine konulsa da çini denilince akla kuvars gelir. Kuvars yarı değerli maddedir. Ve çininin vazgeçilmez maddelerindendir. Kuvars oranı ne kadar yüksek olursa o kadar çini dayanaklıdır. Doğanay, 2014, ss; 171-182 Orta Asya’da Turfan, Aşkar, Hoça bölgelerinde yapılan kazılarda ele geçen örneklerde Türklerin VIII. yüzyıldan itibaren bu sanat dalında ileri seviyede bilgi ve tecrübeye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Çin sınırlarında kalan Doğu Türkistan bölgesindeki Kaşgar şehrine nispetle, pişmiş toprakla yapılan duvar kaplamalarına kâşi denildiği bilinmektedir. Uygarlar, Karahanlılar, Gazneliler pişmiş toprağı ve çini sanatını kitabelerde ve mimaride yapı malzemesi olarak kullanmışlardır. Öte yandan, Bizanslıların Anadolu coğrafyasında çini sanatını mimaride süslemede çiniyi değil de mozaiği tercih ettiklerini görüyoruz. Emeviler de Bizanslardan etkilenerek mozaik kullanmayı sürdürmüşlerdir. Daha sonraki devirlerde Müslümanlar ise çok parçalı mozaikler yerine çini kaplamayı tercih etmişlerdir. Doğanay, 2014, ss; 171-182 Levha halinde ilk çini üretimini Sâmerrâ’da gerçekleştirmişlerdir. Mimari kaplamada günümüze kadar ulaşan Kayveran’daki Sidi Ukbe Camisi’nde çini kullanımı görülmektedir. Yine Ortadoğu’da porselen yapımının bilinmemesi ya da malzemelerinin bulunmaması Müslümanları perdahtlı lüster tekniğiyle üretim yapmaya yöneltmiştir. Böylece altın kaplanmış görünümü veren evaniler kap kaçaklar yapılmıştır. Doğanay, 2014, ss; 171-182 Karahanlılar döneminde ise XI. yüzyıldan itibaren Özkent’te bulunan tek renkli çinilerin kullanıldığı az sayıda olsa da görülmektedir. Büyük Selçuklu dönemine geldiğimizde ise çini geleneğinin gelişmeye başladığını ve İlhanlılar zamanında ise gerek sırlı tuğla gerekse firuze renkli çiniler mimari tezyinatında iyice hız kazanmıştır. Doğanay, 2014, ss; 171-182 Timurlular döneminde kâşî üretimine hız verilirken seramik evanî yapımında duraksama görülmektedir. Tebris Gökmescit’de cephe kubbe ve minarelerde firuze, yeşil mozaik çini ve renkli sırlı tuğlalarla kaplanmıştır. Bezeme olarak yazı, geometrik şekiller ve rûmî nakışlar kullanılmıştır. Böylece ilk defa lakabî renkli sır denilen teknik bu dönemde ortaya çıkmıştır. İlk sırlı tuğlalarla ve mozaikle mekân güzelleştirilmeye başlanmıştır. Bu sırlı tuğlalar beyaz iken zamanla renkli sırla da yapmışlardır. Renkli sır üretimin en önemli merkezi Bâbürler döneminde 1206-1526 Mültan şehri olmuştur. Doğanay, 2014, ss; 171-182 Yapılar Anadolu’da zarif bir şekle bürünürken Kayseri Ulucami’nin 1134-1143 minaresinde firuze sırlı tuğla ile kufi kitabe en eski örneklerdendir. Anadolu Selçuklu şehirlerinden olan Kayseri, Konya, Sivas, Malatya, Erzurum gibi şehirlerinde bulunan minarelerdeki çinilerden görüyoruz ki böylece Anadolu’nun Orta Asya ile sanat bağlarının koparmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Anadolu Selçuklularda yapı dışında renkli sır kullanırken bazen de kâşîgeri çini mozaik kullanılmıştır. İran da Bizanslılarda olduğu gibi yapı dışında yoğun bir şekilde kullanılmamıştır. Tonoz, kemer, eyvan, kubbe gibi yerlerde çini mozaik kullanıldığını görüyoruz. En güzel örnek Sivas’taki Gökmedrese 1272 Malatya Ulucami 1274 çini mozaik gösterilebilir. Konya Karatay Medresesi 1251 Selçukluların çini mozaik sanatında ulaştığı en yüksek seviyeyi gösterir. Doğanay, 2014, ss; 171-182 Bilindiği üzere, Selçuklular’ da sivil ve dini yapılar olmak üzere iki çeşit yapı türü vardır. Bu yapı türleri teknik boyama ve bezeme bakımından farklılıklar gösterirler. Sivil yapılarda perdahlı çiniler ve hayvan insan figürleri kullanılırken dini yapılarda ise geometrik şekiller yazı ve rûmî bezemelerdir. Yine, Selçuklular dönemi kadar olmasa da beylikler döneminde de çini kullanılmıştır. Nitekim Beyliklerin Selçuklu dönemin özelliklerini devam ettirdiklerini görüyoruz. Örneğin, Beyşehir’deki Eşrefoğlu Cami 1299 beylikler döneminin en gösterişli çini bezemesine sahiptir. Doğanay, 2014, ss; 171-182 Diğer taraftan, Anadolu da ilk olarak renkli sır tekniğinde üretilmiş çinileri Bursa Yeşilcami’de 1419 ve Çelebi Mehmet Türbesi’nde 1421 rastlamaktayız. Renkli sır tekniğinde çini üzerine nakışlar, içine sır katılan boyalarla yapılır. En çok kullanılan renkler lacivert, firuze, sarı, yeşil ve mora çalan kiremit kırmızıdır. Ayrıca hatayi üslupla işlenmiş Uzakdoğu menşeli bitkisel motifli kompozisyonlar, çini sanatında yeni bir dönemin başladığının işaretini vermektedir. Bu süreçte Tebrizli ustaların payı büyüktür. Doğanay, 2014, ss; 171-182 İstanbul’da ki Fatih Sultan Mehmet’in Çinili Köşk’ü 1472 çini sanatının Osmanlı’da son defa görüldüğü yapılardır. Bursa Yeşilcami ve Türbesinde renkli sır çinileri ile yapılmış en muhteşem eserlerdir. Ayrıca şeffaf sır altına uygulanmış mavi beyaz çiniler, yine bu yapılarda görmüş olup Osmanlı çinilerini de bir nevi hazırlamaktadır. Mavi beyaz sır altı tekniğinin güzel örneklerini İstanbul Fatih Camisi’nde 1471 ve Manisa Valide Sultan Camisi’nde 1522 rastlanmaktadır. Bursa ve Edirne yapılarında görülen erken devir renkli sır ve mavi beyaz çinilerin İznik’te üretildiği görüşü ağır basmaktadır. Doğanay, 2014, ss; 171-182 İznik Osmanlının en önemli çini üretim merkezlerden biri olmuştur. Hatta başı çekmektedir. Topkapı sarayında nakkaş hanelerde desenler üretilip İznik’te ise fırınlarda üretimi yapılıyordu. Saray desteğiyle çok renkli elvan sır altı tekniği İznik çinilerin de yaşanmıştır. Çok renkli sır altı tekniğin dışındaki teknikler XVI. asrın ikinci yarısına gelindiğin de artık terk edilmiştir. İstanbul Süleymaniye Camisi’nde Türk çini sanatı ilk defa bu cami de zirvesini görmüştür. Hafif kabarık mercan kırmızısının kullanıldığı Süleymaniye Cami İznik çinileriyle donatılmıştır. Nitekim Rüstem Paşa Cami 1561 bütün desenlerin işlendiği zengin bir desen albümüne sahiptir. Ve çini sanatına kaynaklık etmektedir. Piyale Paşa Cami 1573 kadırga’daki Sokullu Mehmet Paşa 1571 devrin en kaliteli çinilere ev sahipliği etmektedir. Sultan Ahmet Cami 1616, Türk çini sanatının en parlak döneminin sonlarına ait en çok örneğin bir arada bulunduğu son büyük yapıdır. Osmanlı çinicilik sanatı en yüksek seviyesine, XVI. yüzyılın ikinci yarısında erişmiştir. Türk çini sanatının klasik devri olarak da bu yüzyıl kabul edilir. Edirne Selimiye Cami’nin 1574 çinileri özel siparişle İznik atölyelerde üretilmiştir. Yüzyılların birikimiyle ulaşan bu noktada, dünyayı kendini hayran bırakan klasik üsluptaki İznik çinisi, son sözünü 1600 tarihli III. Murad Türbesiyle söylemiştir. Doğanay, 2014, ss; 171-182 Diğer taraftan, Sultan Ahmed Cami 1616, Türk çini sanatının en parlak döneminin sonlarına ait en çok örneğinin bir arada bulunduğu son büyük yapıttır. XVIII. yüzyılın başlarında İznik çiniciliği, eski ihtişamını geride bırakarak tarihteki yerini almıştır. XVIII. yüzyıldan günümüze, ülkemizin çini ihtiyacını Kütahya merkezli çini atölyeleri karşılamaktadır. Kısa bir çini sanatı tarihçesinden bahsettikten sonra çini sanatını damgasını vurmuş dönemlerin özelliklerini şehirler eksenli incelerken; dönem olarak Selçuklu dönemi ve Osmanlı dönemi şehir bazında anarken İznik, Kütahya, Çanakkale, İstanbul ve Konya’ya özel gönderme yapmadan geçmek olmaz. ÇİNİNİN ÖZELLİKLERİ Selçuklu Dönemi Çini Sanatı ve Konya yüzyılda Anadolu Selçuklu devrinde çini sanatının mimaride kullanımı zirveye ulaşmıştır. Bu dönemde cami, medrese, türbe ve saraylar gibi mimarı yapıların duvarları çini ile bezenmiştir. Anadolu çini sanatında sıraltı ve sırüstü adı verilen iki farklı sırlama ve renklendirme tekniğini kullanan Selçuklu sanatkârları özellikle hayvan figürlerin tasvirlerinde çok başarılı olmuştur. Dış mekânlarda sırlı tuğla ve sırsız tuğla kullanırken iç mekânlar da renk olarak firuze, lacivert, yeşil ve mor kullanmışlardır. Beyşehir’deki Kubadabad Sarayı kazılarında bulunan sekiz köşeli yıldız ve haçvari figürlü levhalar Anadolu Selçuklu Dönemin en güzel örnekleridir. Bu çini levhalar, sıraltı boyamalar ve sırüstü madeni parıltı veren perdah lüster tekniği ile yapılmıştır. Mozaik tekniği ile yapılan Anadolu Selçuklu çinilerine örnek ise Konya Alâeddin Cami’dir. Sivas Gök Medresesi ve Konya Karatay Medresesi çinileri ise Selçuklu dönemin çini sanatının ulaştığı ileri seviyeyi göstermektedir. Sanat Tarihi, MEB, 2018 Osmanlı Dönemi Çini Sanatı ve İznik Selçuklular Dönemi’nde çini üretim merkezi olan Konya’nın yerini, 15. yüzyıldan itibaren başta İznik olmak üzere Kütahya, Bursa ve İstanbul gibi merkezler almıştır. Bursa Yeşil Camisi ve Yeşil Türbe ile başlayan Osmanlı çini sanatı, farklı renkteki sırların birbirine karıştırılmadan aynı yüzeyde kullanıldığı renkli sır tekniği ile mozaik çini tekniğini birleştirmiştir. Erken Dönem Osmanlı çini sanatında görülen bir diğer yenilik sıraltı tekniğinde mavi-beyaz çini üretimidir. Bursa Yeşil Külliye’de sırlı tuğlalar, çini mozaik tekniği ile beraber kullanımlarıyla dikkat çekerken İznik Yeşil Camisi minaresinin sırlı tuğla bezemeleri dönemin güzel örneklerindendir. 1436’da Edirne’de yapılan Muradiye Camisi’nde geleneksel çini süslemelerinin yanında yeni çini teknikleri de uygulanmıştır. Çini mozaik tekniğinin uygulandığı son mimari örnek Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı içinde inşa ettirdiği Çinili Köşk’tür. Renkli sır tekniğinin İstanbul’daki son örneği ise 1548 tarihli Şehzade Mehmet Türbesi’dir. yüzyılın ilk yarısından itibaren sıraltı tekniğinin uygulandığı iç ve dış mekânlarda çoğunlukla İznik’te üretilen çinilerin kullanıldığı görülmektedir. Bu tarihten itibaren yüzyılı aşkın bir süre İznik, Osmanlının en önemli çini ve seramik merkezi olmuştur. Sert ve kaliteli beyaz hamur, pürüzsüz bir yüzey, şeffaf ve kırmızı sır 16. yüzyılın ikinci yarısında İznik seramiklerinin karakteristik özelliği olmuştur. Sanat Tarihi, MEB, 2018 Telifsiz stok fotoğraf kimliği 1151449328 yüzyılın ortalarından itibaren renkli sır tekniği terk edilmiş, çinicilikte sıraltı tekniği hâkim olmuştur. Çini sanatında renk ve motif özelliklerinin ön plana çıktığı bu dönemin en büyük yeniliklerinden biri de çinide parlak mercan kırmızısının kullanılmaya başlanmasıdır. Firuze, mavi, yeşil, kırmızı, açık lacivert, beyaz ve bazen görülen siyahla birlikte yedi rengin sır altına uygulanması ileri bir aşamadır. Kullanılan renk ve tekniğin değişimine paralel olarak motiflerde de çeşitlilik görülmektedir. Lale, sümbül, karanfil, narçiçeği, şakayık, erik ve kiraz dalları ile hançer gibi kıvrılan iri yapraklar en sık kullanılan motiflerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminde İznik çinilerinde üretim giderek kalitesini yitirmiştir. Sanat Tarihi, MEB, 2018 Kütahya Zamanla İznik atölyelerinin gerilemesiyle birlikte, eski bir seramik üretim merkezi olan Kütahya’ya çini sipariş edilmeye başlanmıştır. Kütahya çinilerinde hamur farklılığının yanı sıra, desenlerde üslup farklılıkları dikkat çekmektedir. İznik çinilerinin görkeminden uzak olmakla birlikte, sarı renk tonlarının belirginleştiği bu çiniler, Üsküdar Yeni Valide Camisi, Kütahya Hisarbey Camisi ve Topkapı Sarayı’nda çok fazla kullanılmıştır. Çiniler dışında aynı dönemde üretilen seramikler de gerek form gerek renk kullanımı açısından İznik seramiklerinden farklıdır. Kütahya seramiklerinde beyaz çamur ve sıraltı tekniği benimsenmiştir. 18. yüzyılda Kütahya’da üretilen seramiklerde yeşil, kobalt, turkuaz ve kırmızının yanı sıra sarı ve mor gibi renkler de kullanılmıştır. Beyaz ya da krem renkli, beyaz astarlı, çoğunlukla şeffaf sırlı bu seramiklerde; stilize edilmiş bitkisel motifler, insan ve hayvan figürleri, dinsel yazılar tasvir edilmiştir. Üretilen formlar ise küçük tabaklar, fincanlar, mataralar, gülabdanlar, yüzey karoları ve askı toplarıdır. Sadece renk ve desen bakımından değil, form bakımından da etkileyici bir zarafete sahip olan Kütahya çini ve seramik üslubu Türk seramik sanatının yarattığı son orijinal üslup olarak kabul edilmektedir. 19. yüzyıla gelindiğinde gerek yapı etkinliğinin giderek azalması gerek hamur ve bezeme açısından kalitenin düşmesi sonucunda Kütahya çiniciliği de gerilemeye başlamıştır. Çanakkale Çanakkale seramikleri, gerek üslup, gerek desen ve renk açısından Türk seramik sanatına büyük yenilikler getirmiştir. Kaba kırmızı, ender olarak da bej hamurlu, sıraltı tekniğiyle bezeli Çanakkale seramikleri ilginç desenleriyle dikkat çekmektedir. 17. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar İznik ve Kütahya seramiklerinden oldukça farklı biçim ve sırlama anlayışlarıyla çeşitli özgün örnekler ortaya konulmuştur. Çanakkale seramiklerinin önemli bir özelliği de ürün çeşitliliğidir. Küp, ibrik, testi, vazo, şekerlik, saksı, mangal, çömlek, tabak, matara, şamdan, şerbet bardakları, lamba, hokka, demlik, hayvan veya insan biçimli dekoratif ürünler gibi çok çeşitli seramikler yapılmıştır. İstanbul 1892’de Sultan II. Abdülhamit’in isteği üzerine, Yıldız Sarayı’nın bahçesinde açılan porselen imalathanesinde ay-yıldız damgalı porselenler hem sarayın ihtiyaçlarını karşılamak hem de yabancı elçi ve hükümdarlara seçkin armağanlar vermek amacıyla üretilmiştir. Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle çini sanatı destekçisini kaybetmiş, sanatsal eserler vermek yerine kullanmaya yönelik materyaller üretilmeye başlanmış, başka isimler altında olsa da günümüze kadar gelmiştir. Sanat Tarihi, MEB, 2018 Cumhuriyet’in ilanından 1929 yılına kadar seramik sanatı ve endüstrisi alanında önemli bir gelişme kaydedilmemiştir. 1929’da Sanayiinefise Mektebinde Seramik ve Türk Çiniciliği Atölyesi kurulmuştur. Cumhuriyet ile Türk seramik sanatı yepyeni bir döneme girmiş ve eski Anadolu medeniyetleri ile Türk-İslam geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür. Günümüzde çağdaş Türk seramik sanatı ve endüstrisi, Anadolu ve Türk kültür tarihinin birikimiyle gelişimini sürdürmektedir. Bu sürdürmeyi günümüzde kurumsallaştırmıştır. Halk Eğitim Merkezleri yönetiminde belediyeler ve diğer kurumlar çini sanatına ve diğer sanatlara sahip çıkmıştır. Belediye kurslarında yetişen birçok kursiyer gerekli eğitimi aldıktan sonra resmi kurumlarda ve özel olarak kurs vermeye başlamışlardır. Bu konuya eğilimi olan emekli ve halktan kursiyerler kursların kapasitesinin üstünde müracaatlarda bulunmaktadırlar. Belediye kursları bunlara cevap vermeye çalışmaktadır. ÇİNİ SANATI’NIN İNSAN RUHUNA ETKİSİ Yukardaki satırları yazarken önceden gerekçesi belirttiğimiz gibi amacımız çini sanatı hakkında genel de olsa tarihi arka plan farkındalığını oluşturma çabasında olduk. Çünkü yerleşim yerlerindeki yapılar nasıl o yöreyi, şehri, bölgeyi inşa edip mimarı olarak güzelleştirip, onarıp kimlik katıyorsa, insanın ruhunu da sanat yıkık ruhları inşa ve imar edip güzelleştirip onarmaktadır. İşte çini sanat dalı da bu rehabilitasyon veya terapi kaynaklarından biridir. Aslında müstakilden detaylı bir şekilde ele alınması gerekir ki bu ileri ki çalışmalarımda gerçekleştirme çabası içerisinde olacağız. Eklektik bir yapıyla günümüze gelen çini sanatı geçmişi günümüze bağlayarak ekonomik, siyasal, ruhsal, kültürel ve sosyo-psikolojik olarak dönemleri de içine alarak günümüze yansımasını ruhumuzun derinliklerinde hissediyoruz. Nasıl ki arkeolojik bir kazıda bulunan bir çini buluntu o dönemin bilgilerine dair bize ışık tutuyorsa, sanatla terapi de ruhumuzun derinliklerine arkeolojik bir kazı yolculuyla bize kendimize dair bir farkındalık kazandırıyor. İnsanın gelişimsel dönemlerine ve özelliklerine baktığımızda insan hep kendini bulmada ve kemale ermede bir yolculuk halindedir. Bu yolculuklar da önemli duraklar vardır. Her dönem kendi içinde sistemli ve o dönemler birbirleriyle bağlantılıdır. Bu dönemleri kuramcılar farklı farklı adlandırsalar da yaşanan olaylar aynıdır. Ericson’un psikososyal kuramına baktığımızda insanın gelişim dönemini 8 döneme ayırmaktadır. 6, 7, 8 dönemleri insanının kemale ermesiyle ilgilidir. İnsan sosyal bir varlıktır. Kendini bulur evlenir aile kurar sosyal bir çevre oluşturur ve bir işi vardır. Bu dönemlerin en belirgin özelliği becerileri geliştirmesi, yeteneklerin fakına varması ve üretmesidir. Ne zaman ki kendini atıl hisseder o zaman kendini dinlemeye ve ruhsal sorunlar yaşamaya başlar. Çini sanatı bu noktada özellikle devreye girdiğinde kendini gerçekleştirmeyi tekrar devreye sokmaktadır. Kişinin kendini sanatla ortaya koyma uğraşısı aynı zamanda kişinin kendini fark etmesini sağlamaktadır. Düşünce, duygu ve davranış biçimleriyle, içinde bulundukları çevrenin ortak diline yabancılaşan, kendi iç dünyasına çekilen bireyler grup süreci ilerledikçe diğer grup üyelerinin düşünce ve duygularını tanıma, kendi duygularını fark edip dile getirme ve uygun tepkiler gösterme konusunda olumlu gelişmeler göstermişlerdir. Malchiodi, 2003 ss; 351-361 KAYNAKLAR Doğanay, Aziz 2014. “Türk Çini Sanatı” , İslam Sanatları Tarihi, Anadolu Üniversitesi Yayınları No 2084, Açıköğretim Fakültesi Yayınları No1117, Eskişehir, Ünite 8, Sanat Tarihi, MEB. 2018. Ocak 2019. Malchiodi CA. Using art therapy with medical support groups. In Handbook of Art Therapy, 1st ed. Ed CA Malchiodi351-361. New York, Guilford Press, 2003. Arık, Rüçhan 2000. Kubad Abad Selçuklu Saray ve Çinileri, İş Bankası Yayınları, İstanbul. Aslanapa, Oktay 1949. Osmanlılar Devrinde Kütahya Çinileri, İstanbul. Aslanapa, Oktay 1989. Türk Sanatı, 2. Baskı, İstanbul Remzi Kitabevi. Aslanapa, Oktay 1965. Anadolu’da Türk Çini ve Keramik Sanatı, İstanbul Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay., No10, Seri V, Sayı1. Atasoy, Nurhan – Julian Raby 2008. İznik The Pottery of Ottaman Turkey, London Laurence King. Doğanay, Aziz 2009. Osmanlı Tezyinatı Klasik Devir Hanedan Türbeleri 1522-1604, İstanbul Klasik Yayınları. Kırımlı, Faik 1981. “İstanbul Çiniçiliği”, Sanat Tarihi Yıllığı, XI, İstanbul, Öney, Gönül 1977. Türk Çini Sanatı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Öney, Gönül 1987. İslam Mimarisinde Çini, Ada Yayınları, İzmir. Yetkin, Şerare 1986. Anadolu’da Çini Sanatının Gelişimi, İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul. Yetkin, Şerare 1993. “Çini”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, VIII, 329-334.
vazo boyama sanatına ne denir